FEYAZGAN
  III . BÖLÜM
 

Saatin sesi tüm odayı kapladı.Yorgun gözlerimi zar zor açtım.Vücudum ne yataktan çıkmak istiyordu ne de uyumak aklımda hiçbir şey yoktu.Sonunda doğrulup yatakta oturdum,birkaç gündür işlerim yüzünden uyumuyordum.Sabahtan akşama kadar süren toplantılar ve sabaha kadar yetişmesi gereken belgeler…

Bana ne oldu böyle? Evet dünyanın en zengin insanları arasındaydım fakat nasıl bir hayatım vardı böyle? Ne nefes almaya ne de aileme vakit ayıracak zamanım vardı.Güneşi bile sadece işe giderken görebiliyordum.Yemeklerden eskisi gibi zevk almıyordum.Önüme getirilen onca mutfaktan yemek şu ara saman tadından başka bir şey değildi.Herkesin özendiği hayallerinin bile ötesinde bir hayata sahipken bir şeyler eksikti ama bu öyle birkaç günlük bir şey değildi.Açıklayamadığım kadar derinlerde bir yerlerde öylece duran sandığın içindeki bir şey.Asla ulaşamadığım ve ulaşamayacağım bir şey.Ben bunları düşünürken bir anda yataktan kalktım ve odanın kapısına doğru yöneldim.Yatağın diğer tarafı her zaman ki gibi bugün de boştu.Jessie ile bugünlerde iyi değildim ve o da bunu bahane ederek Jenie’i de alıp annesine gitti.Kızımı görmeyeli günler olmuştu.Ahhh onu çok özledim ve bunu size anlatamam.

Hey durun bir dakika kafayı yiyor olmalıyım.Neden kendi kendime konuşuyorum ben? Koridorda aval aval yürümeye başladım.Akıllı duvarın yanından geçerken tarihe baktım : “24 Mayıs”

Ahh bugün kızımın doğum günü.Yine her şeyi mahvettim,saat kaç?Haydi Max düşün bunu yapmak zorundasın.Bu sefer olmaz.Banyodan psikiyatrimin verdiği ilaçlardan iki tane aldım.Bunlar biraz ağır da olsa benim bu deliliğimi engellemeye yetiyordu.Bazı günler kafayı bulmak için dört beş tane attığım oluyordu ama bu geçen haftaydı.Katil olmaktan son anda kurtulduğum o kaza evet evet o kaza…

Haberlerden düşmediğim o kazayı hatırlamak bile istemiyorum ve size de anlatmayacağım.Haydi max topla kendini ilaçlarını aldın,şimdi çık odadan.Hey sakın düşündüğünü yapma iki tane yeter doktorun ne dediğini hatırla.Günde iki tane,daha fazlası değil.Şimdi çık şu lanet odadan.Bugün kızının doğum günü,sanıyorum ayık olmak istersin öyle değil mi?

-Kapa çeneni.

-Hadi ama Max.Ben susarsam ölürüz bunu unutma.Beni sen yarattın.

-Ben deli değilim,ben deli değilimmm.

-Evet Max değilsin korkma.Hey şu yerdeki yarım birayı al ve yudumla dostum.

-Kapa çeneni.

-Max dinleme onu,çık dışarı bugün kızının doğum günü.

-Hey sen kapa çeneni.Max birayı al dostum.Boşver doğum gününü.Zaten karını ve kızını görmeyeli haftalar oldu.

-Haftalar mı?

-Evet sen ne sandın bir iki günlüğüne mi gittiklerini? Zavallı olma dostum.

-Max odaklanmak zorundasın.Odadan çık.

Kulaklarımı kapatıp odadan çıktım ve ikisini de geride bıraktım.Kıyafetlerimi almak için odaya geçtiğim anda telefon acı acı çalıyordu.

-Bay Max iyi misiniz efendim?

-Aaa iyiyim.

-Sizi birkaç defa aradım ama ulaşamadım.Evinize birini yollamamı ister misiniz?

-Hayır buna gerek yok.

-Peki efendim.Herhangi bir şeye ihtiyacınız olduğunda aramanız yeterli.

-Sağol Gilly.

-Bu arada efendim planınızı güncelledim,kontrol edebilirsiniz.

-Teşekkür ederim Gilly ama bugün işe geleceğimi zannetmiyorum.

-Ahh özür dilerim efendim,kusura bakmayın hemen hepsini iptal ediyorum.

-Teşekkür ederim Gilly.

Telefonu kapatmadan hemen önce davrandım.

-Aa Gilly karıma bir buket almak istiyorum.Şehirde ki en çiçekçi nerde biliyor musun?

-Efendim isterseniz ben hemen yollatırım.

-Hayır Gilly,kendim vermek istiyorum.

-Her zaman yemek yediğiniz yerin iki cadde altında çok iyi bir çiçekçi var efendim.Oradan temin edebilirsiniz.

-Teşekkür ederim Gilly.

Her zaman giydiğim o sıkıcı gömlek ve kravattan bir günlüğüne de kurtulmak istedim.Bu yüzden Jessie’nin bana yıl dönümümüz de aldığı tişörtü ve kot pantolonu giydim ve hemen garaja yöneldim.Onların geri gelmesini istemiyordum.Sevdiğim siyah Mustang’e atlayıp yola çıktım.Şansıma tek bir araba bile yoktu.Hızımı arttırdıkça arttırdım,düşüncelerime girmemeleri için kendimi sürekli oyalamaya başladım.Radyo da çalan eski rock müziği gözümde gözlüklerim,kavurucu bir güneş ve Mustang.Film setinden çıkmış gibiydim.Saat kendini 9:50 olarak gösteriyordu.Bende hızımı iyice arttırdım.Torpidodan çıkardığım sigarayı ağzıma götürdüm.Bana bakmayın öyle çok kötü günler geçiriyorum.İşte yeniden başlıyoruz.

-Sen yine mi geldin?

-Sana o birayı yudumla demiştim dostum.Beni dinlemeliydin.

-Sen hiç susmazsın.

-Arkadaki susarsa bende susarım dostum sorun değil.Sadece ona katlanamıyorum.

Dikiz aynasından bakınca hemen onu da gördüm.

-Ahh iyilik meleğimizde gelmiş.

Onu söylediğimi anlamış olmalı ki kafasıyla imalı bir bakış attı.

-Sigarama ses yapmadın?

-Günlerdir söylüyorum gene de fark etmiyor.Şu an sigaradan çok önüne baksan iyi olur akıllı adam.Hepimizi öldüreceksin.

-Siz zaten ölüsünüz.

-Hayır Max.Biz seniz ve sen nefes aldıkça biz de olacağız en azından ben olacağım yanındakini bilemem.

-Hey kapa çeneni seni melek bozuntusu.Bırak da şurada erkek erkeğe bir muhabbet edelim.

Sesini çıkarmadı.

-Hey dostum biraz daha hızlı gitmiyor mu bu şey?

-Ne istiyorsun benden?

-Heyecan dostum adrenalin yeniden seni kendine getirecek göreceksin.

-Geçen hafta konuştuğunda ne oldu hepimiz iyi biliyoruz.

-Hadi ama dostum.O bizim hatamız değildi yaşlı adam yola atıldı bunu sende biliyorsun.

-Neyse ne,hızım bu ister beğenir ve susarsın ister arabamdan aşağı inersin.

-Tamam dostum sakin ol.Söylemedim farz et.

Seslerini duymamak için müziğin sesini son sese getirdim.İşte bu,en sevdiğim kısım geliyor.”Özgürüz bebek sonsuza kadar,sadece koş.”

Bu şarkıyı nerdeyse her iş dönüşü dinliyordum.Artık gitarın nerde ne çalacağını bile ezberlemiştim.Beynimin derinlerine gereksiz de olsa beni hala normal bir şey kazımıştım.Bir şarkı…

Evim şehrin 100 km dışında ormanlığın içinde olduğu için yolum biraz uzun sürüyordu.Bu yüzden onların bu uzun arada gelmelerine hiç şaşırmadım.Bunu hep yaparlardı ama müzik onların anahtarıydı.Ne zaman ortaklaşa bir şeyler dinlesek herkes köşesine çekilir kendi halinde takılırdı.İşte sadece o zamanlar kendim olabiliyordum,geriye kalan zamanlar ise arada kalan bir çocuk gibiydim.

 30 km gösterge levhasını geçeli on dakika kadar olmuştu.Susamaya başladım.Birkaç dakikalık uzaklıkta bir benzinlik vardı orada durup bir şeyler almak için arabadan ayrıldım.Burası Texas’ın en ücra köşelerinde kalmış küçük bir benzinliğin aksine sırtını dayadığı uzayıp giden bir orman vardı.Girişinde ise benzin fiyatlarının yazılı olduğu kocaman bir tabela ve yanında küçük ama şirin bir hostel mevcuttu.Marketten içeri girdiğimde kasiyerle göz göze geldik.Beni tanımış olmalıydı.Aslında bakarsanız buraya çok sık uğradığımı söyleyemem.Hatta ilk defa gelmiş bile olabilirdim.Hemen içeceklerin olduğu dolaba gittim.Kapağı açıp kendime bir soğuk bir içecek aldım.Adını bile bilmediğim bu şeyi hayatımda ilk defa alıyordum.Diyetisyenimin verdiği yasaklı listede olsa gerek diye düşünmeye başladım bir an .Ama umurumda olmadı.Kasaya doğru yürümeye başladım ve içeceği kasiyer kıza uzattım.Ağzında sakızı sürekli geveleyen, kaşında ve burnunda  adını bile bilmediğim bir metal yığını ve değişik makyaj stiline sahipti.Ve turuncu-mor karışımı saçlarını da es geçmemek gerek.Hakkını vermeliyim kendi tarzını yaratan insanlara karşı hep bir saygım olmuştu ve bu kızda onlardan biriydi.Sanki ağır çekimdeymiş gibi gözlerini bana doğru kaldırdı.

-2 dolar 45 cent.

Sonra da ağzında ki sakızı şişirip patlattı.O an hiçbir şey diyemedim.

-Bayım?

-Ahh pardon.

Elimi cebime attım ve cüzdanımı çıkardım.Onca aramama rağmen bulabildiğim en küçük para 100 dolardı.Bunu alıp kıza uzattım.Kız parayı aldı ve bozmak için elleriyle kasaya yöneldi.Benimde gözüm arabada bıraktığım o hasta iki deliye gitti.

Ahh olamaz gene mi? Kavga ediyorlardı.Kız elini aldığı bozuk para yığınını bana doğru uzatmıştı ki hemen elimle işaret verdim.Sende kalsın.Hemen arabaya doğru koşmaya başladım.

-Hey durun dedim size.

Bir anda arabanın içinde sessizlik oluştu.İkisi de sanki beni bekliyormuşçasına sustular ve aynı anda konuşmaya başladılar.

-Şununla aynı arabada gitmek zorunda mıyım?

-Arkada olduğun için şanlısın melek bozuntusu.

-Buraya gel de kimin şanslı olduğunu göstereyim sana.

-Hey ikinizde ya yol boyunca çenenizi kapatırsınız ya da arabadan atarım.

Sonunda istediğim sessizliğe geri dönmüştük.İçeceğin kapağını açıp bir yudum aldım ve tekrardan yola koyuldum.Güneş tam üstümüzdeydi,yarım saat geçtikten sonra şehre varmıştık.

Saat kendini 10:48 olarak gösterdiğinde ben kırmızı ışığın bana yol vermesini bekliyordum.Her gün işe gelirken bu yoldan geçiyordum ama hiçbir zaman etrafımı incelememiştim.Caddenin köşesinde ki dondurmacıyı ya da onun yanında ki taksi durağını bile daha yeni görüyordum.Camımı sonuna kadar açıp içeriye  havanın girmesine izin verdim,biraz olsun kafam dağılmıştı ve sonunda kırmızı renk kendini yeşile bıraktı ve tekrar gaza bastım.Doğrudan Gilly’in bana söylediği yere gittim.Burası biraz eski bir iş yeriydi.Her yeri tahtadan olan dükkanın önünde eski bir afiş yer alıyordu.Afişin üstünde ki resmi tam kestiremesem de yazısı arabadan net bir şekilde okunuyordu.

“Çiçekler de aşık olur,kimisi güneşe kimisi doğduğu toprağa.”

Arabadan aşağı indim ve dükkana doğru yöneldim.Kapısını açar açmaz zil çaldı.Bu zili çocukluğumda ki kovboy filmlerinden zorda olsa hatırlıyordum.İçerisi renk renk çiçekle dolu olan dükkan boştu.Birkaç kere seslenmeme rağmen kimse gelmemişti.Bende oyalanmak için çiçekleri incelemeye başladım.Burada dünyanın her yerinden gelen ve çoğunun adını bile bilmediğim çiçeklerle doluydu.Ama içlerinden bir tanesine garip bir şekilde dalıp gitmiştim.Nedenini bilmiyordum,bu çiçeği daha önce de gördüğümü de sanmıyordum ama garip bir bağla beni çekiyordu.

Sanırım uzun süre dalmış olmalıyım ki çiçekçinin bana seslendiğini duymamıştım.

-Çok eskiden bazı toplumların çiçekleri Tanrı’nın en sevdiği çocukları olarak gördüklerini biliyor muydunuz?

Derinlerden geri gelmiştim,ses çok yaşlıydı kafamı çevirdiğimde zarif gözlükleri,iyi taranmış saçları çokta uzun olmayan boyu ve kalın gömlekli yaşlı adam bana gülümsüyordu.Elinde iki bardak tutuyordu.

-Hayır bilmiyordum

-Çiçekler insanlara başka dünyaları gösterebilir,kimsenin gidemeyeceği yerleri.Eski insanlar bunu biliyordu ve çiçekleri kullandılar.Önce duygularını ifade ettiler.Çiçeğe sevgi dediler bir zaman sonraysa barış hatta ölüm dedikleri bile oldu.Ama çiçek her zaman kendi yolunu buldu.Ne barış ne aşk ne de ölümdü.

Elinde ki bardağı bana uzattı.

-Papatya çayı sever misiniz ?

-Ahh teşekkür ederim.

Bardağı aldım,gerçekten çok iyi kokular geliyordu.Adam kafasıyla arka tarafı işaret etti ve yürümeye başladı.Bende istemsizce onu takip ediyordum,bu gizemli adam ilgimi çekmişti.

-Ne tür bir çiçek arıyorsunuz Bay Max?

Bir an şaşırdım,ismimi nerden biliyordu? Şaşkınlığımı anlamış olmalı ki arkasına dönüp tekrar konuştu.

-Korkmayın.Eski ajan ya da katillerden değilim.Fotoğrafınızı 6 yıl önce gazete de görmüştüm.Dünyanın en zengin adamı artık bizim şehirde diye bir başlığı vardı.

Dedi ve yeniden gülümsedi.

-Medyayı bilirsiniz bazı şeyleri abartmakta üstüne yoktur.

-Evet Bay Max.Bu konuda haklısınız.

-Çok sık müşteriniz olmuyor sanırım?

-Haftada bir iki kişi uğrar buraya,bazılarıysa camdan beni görüp kaçar.20 yıl önce bana çiçeklerle konuşan deli demişlerdi.

-Gerçekten mi?

Adam cevap vermedi ve çayından bir yudum daha aldı.Eliyle bir çiçeğe uzandı.

-Bu çiçeğin tohumunu Texas’dan almıştım.Ne kadar güzel değil mi? O kadar zorluğa rağmen çölde bu güzellikte kalabilmesi onu daha da değerli yapıyor.

-Çöl de böyle çiçeklerin yaşayabildiğini bilmiyordum.

-Onlarında bizler gibi ruhları vardır Bay Max.Eğer bir adama bir amaç verirseniz o amaç için yaşayacaktır ama onu elinden alırsanız ölür.Çiçeklerde aynı bunun gibidir amaçları vardır.

-Aaa yanlış anlamayın,meraktan soruyorum.Peki nedir o kıymetli amaçları?

-Hayat Bay Max,Hayat…

Bir süre sessizlik oldu ve sonunda ağzından tekrar kelimeler döküldü.

-Peki ne tür bir çiçek arıyorsunuz?

-Aslında bilmiyorum.Karımla aram bir süredir kötü ve bunu düzeltmek için ona çiçek almak istedim.

-Anlıyorum Bay Max.

Koridordan döndük ve sıranın sonunda ki çiçeğin önünde durduk.Çiçeği göstererek anlatmaya başladı.

-Brezilya da yaşayan nadir çiçeklerden biridir.Yerli halkın rengini güneşten aldığını söylediklerini bir keresinde duymuştum.Bence bu sizin için uygundur Bayım.

Çiçeği incelediğimde hoşuma gitmişti ve ona tamam dedim.İçeri gidip çiçeği hazırladı ve tekrar yanıma geldi bende o arada bana verdiği çayı bitirmiştim.İşin ilginç tarafı bu çayı içtiğim andan beri kendimdeydim.Ne o delice düşünceler ne de başka bir şey vardı.Sadece benliğimle buradaydım.

-Buyrun Bay Max.

Buketi elime aldım gerçekten de çok hoş duruyordu. Jessie’in buketi beğenmesini umuyordum.

-Ne kadar ücreti?

-Sizden para istemiyorum Bay Max.

-Gerçekten soruyorum.Ne kadar istiyorsunuz?

-Bu çiçekleri parayla satmıyorum Bay Max.İnsan çocuklarını parayla satamaz.

Bu cümleyi çok sorgulamadan para vermeme durumunu kabullendim ve teşekkür ederek kapıya doğru yöneldim.Tam çıkacakken yaşlı sesiyle gene bana seslendi.

-Bay Max,unutmayın çiçeklere anlam yükleyemezsiniz.Onların da ruhları vardır,ihtiyaçları olan sadece gerçek bir amaç.

Kendimi dışarı attım ve arabaya bindim.Çalıştırmadan önce çiçekçinin ne demek istediğini düşünüyordum.Bu cümle bana hiçbir şey ifade etmiyordu ama bu dükkanın bana iyi geldiğini fark etmiştim.Arabayı çalıştırıp doğruca Jessie’nin annesine gittim.Çiçeği de elime kapının önüne gelmiştim.Saçlarımı ve üstümü düzeltip derin bir nefes aldım.Karımı günlerdir görmüyordum ve bu yüzden biraz da olsa gergindim.Ve zile bastım.Birkaç saniye geçtikten sonra Jessie kapıyı açtı.Hala eskisi kadar güzel görünüyordu ama o da yorgundu bu belliydi.Gözlerinin altında hafif morluk vardı beni gördüğüne şaşırmış olmalı ki birkaç saniye konuşamadı.Hemen elimde ki çiçeği ona doğru uzattım ama almadı.

-Ne işin var burada Max?

-Kızımın doğum gününde yanında olmak istiyorum sadece Jessie.

-Jenie’nin babasını böyle görmesini gerçekten istiyor musun? Şu haline bak.O ilaçlardan alıp gene kafayı buldun mu?

-Hayır Jessie. İlaçları artık düzene soktum tamam mı? Bak ben eskisi gibiyim.Konuşmama izin ver.

-Buraya nasıl geldin? Şoförün nerde?

-Tek  başıma geldim Jessie,benden başka kimse yok.

-Ahh,birine çarpıp kendini yaralamadın yani.

-Hadi ama Jessie,o olayın bununla ne ilgisi var.

-Bak Max,günlerdir Jenie’i seni soruyor ve bende her seferinde ona iş toplantısında olduğunu söylüyorum.

-Kızıma neden yalan söylüyorsun Jessie? Beni görmesi onun en doğal hakkı.Ben onun babasıyım!

-Ona ne demeliydim Max? Babasının delirdiğini ve kendinde olmadığını mı?  Sana Jenie’yi göstermedim çünkü ona zarar vermekten başka bir şey yapmazdın.

-Ben eskisi gibi değilim Jessie,bunu kabul et artık.

-Yine kendinle konuşuyor musun Max? Ya da uyanıp duvarı yumrukluyor musun?

Ona cevap vermedim.

-Ahh,bak gördün mü cevap bile veremiyorsun.

Tam kapıyı kapatacakken elimle kapıyı tuttum.

-Jessie sadece onu görmek istiyorum.Birkaç saniye ver bana ne olur? En azından bunu hak ediyorum.

-Bak Max,gerçekten kendinde olduğun zaman gel olur mu? Ona gene toplantının olduğunu söylerim bunu anlayacaktır.

Kapıyı tutmaya devam ederken son sözümü söyledim.

-Ne olur Jessie beni içeriye al.

-Burada değil okulda ve dediğim gibi Max sakın onu görmeye gitme.

Aniden kapıyı kapattı.Yıkılmıştım,günlerdir kızımı görmüyordum ve karımda bana inanmıyordu.Evet sanırım deliydim ama bunu düzeltebilirim.Sinirle arabaya yöneldim,Jessie’nin camdan beni izlediğini biliyordum bu yüzden ona yanlış gözükecek hiçbir şey yapmamaya çalıştım.İçeri geçtim ve arabayı çalıştırıp evden uzaklaştım.Gözlerimden gelen yaşlar koltuğa dökülüyordu.Artık yaşamak istemiyordum,hayat amacını kaybetmiş bir parazit gibi yaşamak artık bana yetmiyordu.Hızlanmaya başladım.Birkaç kilometre geçtikten sonra uzaktaki yağmur bulutlarını gördüm.Küçük ama anlamsız bir gülümseme oldu yüzümde.Kendi kendime “İşte benim şansımda bu kadar” diye söylenmeye başlamışken sol koltukta duran telefon çalmaya başladı.Gözümün ucuyla arayana baktım.Karım Jessie’ydi.Arabayı durdurmadan telefona uzandım.Acaba bana hala o imalı laflardan mı söylecekti yoksa bana inanmış mıydı? Gerçekten çok merak ediyordum ve telefonu açtım.

-Dinliyorum.

Ağlıyordu,onun ağlamasına hiç dayanamazdım.Bir an beni affetti herhalde diye düşünürken beni yıkan o kelimeler geldi sırayla.

-Max Jenie yok.

-Ne demek yok.Okulda değil mi?

Arabayı aniden durdurdum ve korkuyla Jessie’yi dinliyordum.Ağlamaklı konuştuğu için zor anlıyordum.

-Max kızımızı kaçırmışlar.

-Sen ne diyorsun Jessie.

-Bilmiyorum,öğretmeni aradı az önce ve bir kadının Jenie’i aldığını söyledi.

-Nasıl böyle bir şey olur Jessie? Bugün kim alacaktı onu?

Ağlaması iyice şiddetlendi.

-Ben alacaktım.Ama kadın öğretmenine benim söylediğimi söylemiş.Ve Jenie’yi alıp gitmiş.

Bir an donup kaldım.Kızım ortada yoktu,ne kızabiliyordum ne de başka bir şey.Sadece korku vardı içimde.Ama güçlü olmalıydım,Jessie’nin bana ihtiyacı vardı.Hemen arabayı döndürdüm ve eve doğru gitmeye başladım.

-Jessie geliyorum,hazırlan okula gidiyoruz.

Telefonu kapatıp hızlandı.Aklımda sadece Jenie vardı.Eve vardığımda Jessie kapının önünde ağlamaklı beni bekliyordu.Hemen arabaya bindi ve okula doğru yola çıktık.

Yağmur başlamıştı ne o ne de ben konuşuyorduk,yol boyunca ağladı bense sadece o kadını düşünüyordum.Yolda Gilly’i aradım ve okulun güvenlik kameralarını incelemesini ve bana o kadını bulmasını istedim.Eğer Jenie’ye bir şey yapacak olursa onu öldürecektim,evet katil olacaktım.Okulun önüne vardığımızda yağmur şiddetlenmişti,benden önce kapıya davranıp dışarı çıkan Jessie hemen okula koştu.Arabadan çıkıp koşarak onu takip ettim.Jenie’nin öğretmeni Suzzy ile karşılaştık.Jessie hararetli konuşmaya başladı.

-Kızım nerde?

-Bayan Jessie,gerçekten bilmiyorum bakın.Her şey size anlattığım gibi.

-Kızım nerde?

Diye tekrarladı daha yüksek sesle.

-Bir kadın gelip aldı ben siz yolladınız sandım.Gerçekten özür dilerim.

Jessie sinir krizi geçiriyordu.Kadına vurmaya yeltenmişti ki kolunu tutup kendime çektim ve kulağına fısıldadım.

-Sakinleş,kızımızı bulacağım.

Ağlayarak bana sarıldı,onu hiç böyle görmemiştim.Ne yapacaktım şimdi? Karım benden bir şeyler bekliyordu ve ben ne yapacağımı bilmiyordum.Hemen onu toplayıp Bayan Suzzy’i kenara çektim.

-Aaa,Bayan Suzzy kadını gördünüz öyle değil mi?

-Evet evet gördüm.

-Nasıl biriydi?

-Bayan Jessie’nin boylarında kızıl saçlı bir kadındı,çok kibardı.Bana Jessie’nin asistanı olduğunu ve bugün Jenie’yi kendisinin alacağını söyledi.O kadar iyi konuşuyordu ki Bayan Jessie’ye sormak aklıma bile gelmedi.Gerçekten özür dilerim Bay Max.Tamamıyla benim hatam.

Kadın ağlamaklı oldu ve elleriyle başını sardı.

-Sorun değil Bayan Suzzy.Eğer o kadını bir daha görürseniz lütfen beni arayın.

-Tabi ki Bay Max.

Harap düşmüş Jessie’nin yanına gittim.Duvara yaslanmış bir şekilde çaresiz gözlerle bana bakıyordu.

-Hadi gidiyoruz.

-Nereye? Kızımı buldun mu?

-Hayır ama bulacağım sana söz veriyorum.

-Max polise gidelim.

-Polisin istihbarat kısmında ki cihazları biz satıyoruz Jessie.Bunu polis çözemez bana güven.Şimdi arabaya yürü.

Arabaya bindik ve Jessie’yi evine bırakmak için yola koyulduk.

-Nereye gidiyoruz Max?

-Seni eve bırakıp şirkete geçeceğim.

-Bende geliyorum.

-Hayır Jessie.Bak sana söz veriyorum onu bulacağım ama lütfen bu işi daha da zora sokma olur mu?

-O benim kızım Max.

-Benimde kızım, lanet olsun!

Yol boyunca hiç konuşmadık,telefonundan bir sürü kişiyi arayıp Jenie’yi sordu ama hepsinden aynı cevap aldı ve telefona her seferinde bağırmaya başladı.Vakit gittikçe iyice gerginleşiyorduk,evinin önüne geldiğimde arabadan indi ve bitkin bir halde yürümeye başladı.Camı açıp ona seslendim.

-Eğer bir şeyler bulursam seni arayacağım.Bana güven kızımız iyi durumda.

Bana boş gözlerle bakıp yürümeye devam etti.

Şirkete vardığımda saat 15:36’ydı.Hemen Gilly’in yanına gittim.

-Ne buldun?

-Kayıtları inceledim efendim,kadını tespit edemiyoruz.

-Ne demek tespit edemiyorsunuz?

-Kayıtlarda bir saatlik silinme var,yedeklenme yerine göz attım orda da yok.Bu kadın ne yapıyorsa işini iyi biliyor efendim.

-Peki sokakta ki güvenlik kameralarına baktınız mı?

-Hepsine baktım efendim ama durum yine aynı.

-Gilly bana mazeretle değil sonuçla gelmen için o masada oturuyorsun.

Cevap veremedi ve işinin başına döndü.

-Onu bulacağım efendim.

Odanın kapısını sertçe çarpıp çıktım ve lavaboya gittim.Girer girmez aynaya baktım.

-Kızını bile kurtaramıyorsun şu haline bak Max?

Bitkin ve çaresiz görünüyordum.

-Ne yapacaksın koca oğlan? Kızın dışarıda tek başınayken burada oturup ağlayacak mısın? Bu sen değilsin Max,şimdi dışarı çık ve ailen için güçlü ol.Bu senin meselen değil ortada olan kızın anlıyor musun?

Dışarı çıktım ve ofisime geçtim,saatlerce araştırma yaptım ama ne ben ne de en iyi çalışanlarım bir şey bulamadı.Şirket boşalmış saat 01:24 olarak kendisini göstermişti.Gözlerim kapanıyor gibi olsa da kendimi zorluyordum.Arada şirkette benimle kalan Gilly geliyor ve kahve getiriyordu.Her gelişinde üzgün bakışlarla kahveyi masama bırakıyor ve sessizce odadan ayrılıyordu.Yavaşça masadan kalkıp pencerenin önüne geçtim.Uzun uzun baktıktan sonra düşünmeye başladım.Bu kadar büyük bir şehirde kızımı nasıl bulacaktım? Bunca saat tek başınaydı,ya başına bir şey geldiyse ya hayatta değilse? Bu sorular beni delirtiyordu ama elimden de bir şey gelmiyordu.Tekrar masama yöneldim ve kahveme uzandım.Elim titrediği için bardağa düşürmüş olmalıyım ki bütün kahve masaya ve biraz da benim üstüme döküldü.

-Ahhh lanet olsun!

Masanın üstündeki her şeyi sinirle yere attım ve bağırmaya başladım,sinirim biraz olsun geçmişti.Üstümü silmek için çekmeceyi açtım.İçinde bir bez ve en sevdiğim kitabım vardı.Bez kitabımın arasına sıkışmıştı.Kitabı elime aldım ve masaya koydum,bezin olduğu sayfayı açıp bezi elime aldım ve tam tişörtüme götürecekken kitabın arasına sıkıştırılmış notu gördüm.Bu notu hatırlamıyordum,ben koymamıştım ve benden başkası da bu odaya giremezdi.Bezi bırakıp elime notu aldığım anda içimdeki korku daha da artmıştı.

“Gerçekliğin olmadığı yerde sıkışıp kalmışsın.Seni doğru yerde bekliyorum sadece kalbini dinle”

 

 
  Bugün 1 ziyaretçi (2 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol